Zehirli Kimyasalları Algılayan Eldiven

CO2’den 7 bin kat etkili sera gazı keşfedildi

Kalp koku alabilir

19 Elementin Atom Numarası Değişti

28 Aralık 2013 Cumartesi

Yazar Unknown Zaman 03:15

130315095919 large 300x168 Kuantum dünyasındaki en küçük titreşim sensörü
Molekül spini (Turuncu) değişmesi ve iki elektrot (Altın) arasındaki nanotüpteki (Siyah) değişim.
Karbon nanotüpler ve manyetik moleküller gelecekteki nanoelektrik sistemlerinin yapıtaşları olarak kabul edilir. Elektriksel ve mekaniksel özellikleri çok önemli rol oynamaktadır.
Karlsruhe Teknoloji Enstitüsü araştırmacıları ve Grenoble ve Strasbourg tan Fransız araştırmacılar atomik düzeyde her iki bileşeni birleştirmek ve yeni özelliklere sahip bir kuantum mekaniksel sistem oluşturmak için yepyeni bir yol keşfettiler.
Çalışma Nature Nanotechnology dergisinde yayınlandı.
Araştırmacılar deneylerinde mekaniksel olarak titreşebilen yaklaşık 1 mikrometrelik mesafeye yayılmış iki elektrot arasına yerleştirilmiş bir karbon nanotüp kullandılar. Sonrasında metal atomuna bağlı olarak manyetik spine sahip bir organik molekül yerleştirdiler. Spini dış manyetik alana yönlenecek şekilde ayarladılar.
Mario Ruben (KIT de çalışma grubu başkanı) ‘Bu kurulumda, Spin manyetik alana paralel ya da antiparalel dönerken tüpün titreşimine doğrudan etkisi olduğunu kanıtlamış olduk.’ diye açıklıyor.
Spin değiştiğinde, ortaya çıkan geri çekilme hareketi karbon nanotüpe aktarılıyor ve bir sonraki spin değişikliği titreşimi başlatıyor. Titreşim tüpteki atomik mesafeleri değiştiriyor ve dolayısıyla hareketin bir ölçüsü olarak iletkenlik kullanılabiliyor.
karbon nano tup 300x257 Kuantum dünyasındaki en küçük titreşim sensörü
Karbon Nanotüp
Manyetik spinle mekaniksel titreşim arasındaki güçlü etkileşim, karbon nanotüplerin hareket durumlarının belirlenmesi dışında ilginç uygulamalarında önünü açmaktadır. Bu yöntem tek tek molekülün kütlesini belirlemek ve nanosistem içindeki manyetik kuvvetleri ölçmek için önerilmiştir. Böyle bir sistem bir kuantum bilgisayarında bir kuantum bit i olarak kullanılması mümkün kılmaktadır.
Nature Nanotechnology dergisinin aynı sayısında yayınlanan ek bilgilere göre gelecekte makro ölçekli uygulamaların nano ölçekli sistemlerin etkilerini kullanması kuantum dünyası açısından önem taşımaktadır. Nano ölçek üzerinde spin, titreşim ve rotasyon kombinasyonları tamamen yeni uygulamalara ve teknolojilere yol açacaktır.
Yazar Unknown Zaman 03:10

130315074513 large 300x255 Deniz süngerlerinden esinlenerek Esnek yapılı mineraller oluşturuldu
Nanoboyuttaki kalsit sentetik spiküllerin bükülmesini kolaylaştırıyor. Bükme sırasında eğrilik yarıçapı tek parçacık boyutuna göre çok daha geniş oluyor. Bu durum mineral parçacıklarındaki kırılganlığı engelliyor.
Almanya’daki Johannes Gutenberg Üniversitesi (JGU) ve Max Planck Polimer Araştırma Enstitüsü (MPI-P)’nden bilim adamları neredeyse yüzde 90 oranında mineral içeren ancak son derece esnek olan yeni bir sentetik hibrit malzeme geliştirdiler.
Bilim adamları, doğal mineral olan kalsiyum karbonat ve süngerlerdeki özel bir protein kullanarak çoğu deniz süngerlerinde bulunan yapısal unsurları ve süngerin spiküllerine benzer yapı oluşturdular. Doğal mineraller bilindiği üzere çok sert ve keskin yapılara sahip ve porselen gibi kırılganlardır.
Şaşırtıcı bir biçimde bu sentetik spiküller lastik kıvamında bir esneklik gösterip benzerlerine kıyasla üstün bir konumda bulunuyor. Örneğin; bu sentetik spiküller kırılmadan ya da kırılma belirtisi göstermeden U şeklini alabiliyor.
Science dergisinin bu ayki sayısında Alman araştırmacılar bu son derece sıra dışı olayın hibrid malzemedeki organik maddelerden kaynaklandığını belirtiyorlar. Organik maddeler doğal spiküllerde on kat daha fazla bulunuyor.
Spiküller deniz süngerlerinin çoğunda bulunan yapısal elemanlardır. Avcıları caydırmak ve yapısal destek sağlamak gibi görevlere sahiptirler. Sert ve keskin bir yapı gösterirler. Öyle ki bıçakla bile kesmek çok zordur. Böylece sünger spiküllerinin sert ve aşılmaz savunma sistemleri, geleceğin koruma kalkanlarını oluşturmada mühendislere ilham kaynağı olabilecek bir örnek sunuyor.
k medium 150x150 Deniz süngerlerinden esinlenerek Esnek yapılı mineraller oluşturuldu
Doğal spiküler
Profesör Wolfgang Tremel (Johannes Gutenberg Üniversitesi (Mainz)) ve Müdür Hans-Jürgen Butt (Max Planck Polimer Araştırma Enstitüsü) liderliğindeki araştırmacılar laboratuarda kültür modeli oluşturmak için bu doğal sünger spiküllerinden faydalanıyorlar. Sentetik spiküller için kalsit (CaCO₃) ve silicatein-α proteinini kullanıyorlar. Bu proteinin süngerde doğal spikülleri oluşturmak ve silika oluşumunu katalizlemek gibi görevleri vardır. Silicatein-α proteini, laboratuarda kalsit spiküllerinin öz-toplanmasını denetlemek için kullanılmıştır.
Sentetik malzeme, amorf kalsiyum karbonat ve silicatein in öz-toplanmasından sonra kristal malzemede bekletiliyor. Altı ay sonra kalsit nanokristalleri arasında çimento gibi yerleşik protein ile tuğla gibi hizalanmış kalsit nanokristalleri içeren sentetik spiküller oluşuyor. Oluşan bu spiküller 5 ila 10 mikrometre çapında ve 10-300 mikrometre uzunluğa sahip oluyor.
Polimer araştırmacıları ve Moleküler Biyoloji Profesörü Werner E. G. Müller ( Mainz Üniversitesi Tıp Merkezi, aynı zamanda Science yazarı) bu sentetik spiküllerin diğer spesifik özelliklere sahip (örneğin büküldüklerinde ışık dalgası geçirgenliğinin) var olduğuna inanıyorlar.
Yazar Unknown Zaman 03:07

Fotosentez için yeni bir keşif: Karotenoidler mavi/yeşil ışığı emerek enerjiyi klorofillere aktarıyor.

130404142455 large Fotosentez için yeni bir keşif
Gelişmiş optik problar kullanılan femtosaniye lazerleri, ışık toplama süreçlerinin gereken en ince ayrıntısına kadar incelenmesini mümkün kılar. (Sağ üstte) Mor bakteriler ve (sol üstte) hücreye ayırt edici mor renk veren ışık toplama kompleksinin yapısı. Bu özel protein bakterioklorofil moleküllerini ve güneş ışığından enerji çeken karotenoidleri içerir. Şeklin alt kısmı 2 boyutlu lazer spektroskopisi ile kaydedilen protein verilerini gösterir.
Bitki ve mor bakterilerde bulunan pigmentlerin güneşten koruma dışında daha birçok işleve sahip olduğu tahmin ediliyor. Toronto ve Glasgow Üniversitelerinden bilim adamları, bu pigmentlerin fotosentez sırasında ışık enerjisini toplamak gibi bir göreve sahip olduğunu keşfettiler.
Karotenoidler (domatese kırmızı ve havuca turuncu rengi veren benzer pigmentler) genellikle bitkilerde güneş enerjisini toplayan klorofil pigmentleriyle birlikte bulunurlar. Temel işlevleri, güneşten gelen ışınların çok yoğun olduğu zamanlarda fotokoruma sağlamaktır. Ancak bu hafta Science dergisinde yayınlanan yeni bir çalışmada karotenoidlerin mavi/yeşil ışığı yakalamak ve kırmızı ışığı emen klorofillere bu enerjiyi geçirmek gibi bir görevi olduğu belirtiliyor.
Greg Scholes (Toronto Üniversitesi Kimya Bölümü Profesörü ve çalışmanın başyazarı) ‘Bu, bir güneş enerjisi toplayıcısı (kolektör) tasarladığımızda doğadaki incelikleri nasıl göz ardı ettiğimizin bir örneğidir’ diye belirtiyor.
Bir dizi deney sonucu karotenoidin karanlık bir yüzü – sadece ışık emilimi için olmayan gizli bir durum – olduğuna işaret ediyor. Bu özellik çok verimli bir şekilde topladığı enerjiyi klorofil pigmentine aktarmada aracı olarak davranmaktır.
Araştırmacılar deneylerini mor bakterilerde bulunan ışık emici proteinler üzerinde genişbant 2 boyutlu elektronik spektoskopisi ile gerçekleştirdiler. Bu teknik atom ve moleküllerin elektronik yapısını ve dinamiklerini ölçmek için kullanılan bir tekniktir.
Asıl amaç bakterioklorofil moleküllerine enerji aktaran ve ışığı emen karotenoidlerin kuantum mekaniksel durumlarının bütün sıralamasını daha ayrıntılı bir biçimde tanımlamaktı. Verilerde on yıl önce tahmin edilen ve o zamandan beri aranılan bu sıralamada özel bir durum olduğu saptanmıştı. Sonuçlar enerji akışının karotenoidlerden bakterioklorofile doğru ilerlediği duruma işaret ediyor.
‘Tamamen sağduyuya dayalı ışık emilimine katılmayan bir durum bu biçimde kullanılır.’diyor Scholes. ‘Doğa, karotenoid moleküllerindeki bütün kuantum mekaniksel durum aralığındaki pek çok yönü kullanmaktadır. Ve dahası çeşitli yollarda kullanarak bu durumları oluşturmaktadır.’
Bu çalışmanın diğer önemli tarafı bu gizemli durumun yıllarca speküle edilmiş olması ve Scholes ve ekibinin raporunun bugüne kadar yazılmış en net kaynak olmasıdır.
‘Yıllar önce bu durum için bir kanıt bulmuştuk ve o zamandan beri araştırıyorduk.’ diye belirtiyor Scholes.
Richard Cogdell (Glasgow Üniversitesi Botanik Profesörü ve çalışmanın ortak yazarı) ‘Doğal ışık toplama sistemlerinde enerji transfer süreçleri son 60 yıldır yoğun olarak çalışılmaktadır, fakat bu durumun altında yatan mekanizmanın ayrıntıları tartışılmaktadır. Çalışmamız bu gizemi ortadan kaldıracaktır.’ diye belirtiyor.
mor bakteriler 300x217 Fotosentez için yeni bir keşif
mor bakteriler
‘Yapıtaşları olan moleküllerin potansiyelinin farklı göründüğü görülüyor,’ diyor Scholes. ‘Işığı toplamada kullanılan, fotokoruma özelliği olan, uyarımları dağıtan parlak ışıkta ‘güvenlik vanasına’ dönüşebilen hatta Bahama lardaki San Andros adasındaki kara delikte bulunan mor bakteriler tarafından bir ısı dönüştürücü olabilen bir molekül hayal edin.’


Yazar Unknown Zaman 03:06
Fosil yakıtların yaygın tüketimi sonucu Dünya’daki atmosfere yayılan fazla karbon dioksit miktarı küresel iklim değişikliğindeki en önemli faktördür. Bu yüzden araştırmacılar dünya üzerinde çok az miktarda karbon ayakizi bırakacak bir enerji kaynağı üretme konusunda yeni yollar aramaktadır.
Georgia Üniversitesi araştırmacıları şu sıralarda atmosferde sıkışıp kalan karbon dioksiti kullanışlı endüstriyel ürünlere dönüştürmede yeni bir yol keşfetmekteler. Bu keşif güneş ışınlarının yakalanmasına ve küresel sıcaklığın yükselmesine neden olan karbon dioksitin doğrudan biyoyakıt oluşturmasına yol açabilecek niteliktedir.
Michael Adams (UGA Biyoenerji Sistemleri Araştırma Enstitüsü üyesi, Georgia Power Biyoteknoloji Profesörü ve Franklin Fen Koleji Biyokimya ve Moleküler Biyoloji İleri Araştırma Profesörü) ‘Bizim yaptığımız temel olarak bitkilerin yaptığı gibi karbondioksiti emmeyi ve yararlı ürünler ortaya çıkarmayı beceren bir mikroorganizma geliştirmek’ diye bildiriyor.
Fotosentez sürecinde bitkiler su ve karbondioksiti şekere dönüştürmek için güneş ışığını kullanıyorlar. Bu üretilen şeker enerji üretiminde önemli bir rol oynamaktadır.
Bitkinin ürettiği şekerler etanol gibi yakıtlara fermente olabiliyor ancak bitkinin karmaşık hücre duvarı içerisinde sıkışmış olan şekerleri verimli bir şekilde elde etmenin olağanüstü derecede zor olduğu kanıtlanmıştır.
M. Adams ‘Bu keşfin asıl anlamı bitkileri bir aracı olmaktan çıkarmaktır’ diye belirtiyor. ‘Bitki yetiştirme sürecini beklemek ve biokütleden şeker elde etmek zorunda kalmadan atmosferdeki karbon dioksiti direkt alıp, yakıt ve kimyasal maddeler gibi yararlı ürünlere dönüştürebiliriz.’
Yöntem, jeotermal hava deliklerinin yakınında bulunan aşırı ısınmış okyanus sularında bulunan ve karbonhidratlardan beslenerek büyüyen Pyrococcus furiosus veya ‘rushing fireball’ denilen eşsiz bir mikroorganizma tarafından mümkün olmaktadır. Adams ve ekibi organizmanın genetik materyalini işleyerek çok daha düşük sıcaklıklarda karbondioksitten beslenme yeteneğine sahip yeni bir tür P.furiosus geliştirdiler.
130326112301 large 216x300 Atmosferdeki Karbondioksit Kullanılarak Yakıt Üretimi Keşfediliyor
Profesör Michael Adams
Araştırmacı ekip sonrasında mikroorganizmada gerçekleşen kimyasal bir reaksiyon olan karbon dioksiti 3-hidroksi propiyonik asit ile birleştirip, akrilik gibi birçok endüstriyel ürün oluşumunda yaygın olarak kullanılan kimyasal maddeyi oluşturmak için hidrojen gazını kullandılar.
Adams ve ekibi bu yeni türün diğer genetik manipülasyonları ile karbondioksitten birden fazla yararlı endüstri ürünü (yakıt dâhil) üreten yeni bir yöntem oluşturdular.
P. furiosus işlenmesiyle oluşan yakıt yakıldığı zaman oluşturmak için harcanan karbondioksit aynı miktarda serbest kalmaktadır. Ve etkin bir şekilde nötral hale gelir, bu da benzin, kömür ve petrole çok daha temiz bir alternatiftir.
‘Yakıt üretimindeki bu verimli ve etkin yöntem büyük umutları da beraberinde getiriyor.’ diye belirtiyor Adams. ‘Gelecekte süreci geliştirecek ve daha büyük ölçekler üzerinde testlerimizi gerçekleştireceğiz.’
Yazar Unknown Zaman 03:05
Fosfor tarımda kullanılan temel bir bileşendir. Gıda sektöründe, biyoyakıt  ve biyobazlı malzeme sanayinde artan fosfor talebine bağlı olarak küresel fosfat tüketim değerleri önemli ölçüde artmakta ve artmaya devam edeceği öngörülmektedir. 2008 yılında yaklaşık olarak 1,4 milyon ton fosfor sentetik fosfatlı gübre üretimi için tüketilmiştir. Ayrıca, yenilenemeyen fosfat kayası rezervlerinin kontrolü sadece birkaç ülke tarafından (Çin, Fas, Tunus ve ABD gibi) gerçekleşmektedir. Bunun sonucunda AB fosfor talebini karşılamak için tamamen bu ülkelerden ithalata bağlıdır.
Yenilenemeyen rezervlerin yanı sıra alternatif fosfat kaynaklar, yerel atık suları ve tarımsal organik atıkları (biyogaz tesislerindeki nihai ürün veya hayvan gübresi gibi) bünyesinde barındırmaktadır.  Yerel ve tarımsal atıkların sıvı kısımları (fazları) içerisinde çözünmüş inorganik fosfatın geri kazanımı için geliştirilmiş yeni teknolojiler bulunmasına rağmen katı atıklar büyük ölçüde kullanılamayan organik formda fosfor içermektedir. Katı kısımda, fosfolipidler, nükleotidler ve nükleik asitler gibi biyokimyasal moleküllere bağlı organik fosfor aslında zengin bir fosfor kaynağıdır.
Tarımsal atıklar fosfor geri kazanımı için büyük bir alternatif depoyu temsil eder. Öyle ki, AB’de üretilen yıllık 1,800 milyon tondan fazla gübre ve sindirim artık miktarları artmaya devam etmektedir. Özellikle domuz ve kümes hayvanları gübresi, toplam fosforun yüzde 50 den fazlasını organik formda ihtiva etmektedir. PhosFarm adlı projede, bu organik kalıntıları değerli bir fosfat kaynağı olarak erişilebilir hale getirmeyi planlamaktadır.
phosphorus a looming crisis 1 Tarımsal Fosforun Geri DönüşümüFraunhofer Enstitüsü Arayüzey Mühendisliği ve Biyoteknoloji IGB (Almanya) tarafından koordine edilen proje, toplam fosfor geri kazanım verimliliğini yüzde 90 seviyelerine çıkartacak ve organik fosfatı kontrollü bir enzimatik yayılıma sahip olan bir pilot tesis kurmayı ve bu süreci geliştirmeyi amaçlamaktadır.
Bu yeni strateji, uygun taşıyıcılar üzerine immobilize edilmiş fosfat hidrolize edici enzimler kullanılarak gerçekleştirilebilir. Jennifer Bilbao (Fraunhofer IGB proje yöneticisi) ‘’ Hazırlık aşamasında, bu enzimlerin model bileşiklerdeki inorganik fosfatı serbest bırakabileceğini gözlemledik.’’ diye açıklıyor. Katı fazın ayrılmasından sonra sıvı fazdaki çözülmüş serbest fosfat, magnezyum fosfat ve kalsiyum fosfat (doğrudan kullanılabilir yüksek değerli gübreleme tuzları) olarak çökeltilebilmektedir.
Geri kalan sıvısı giderilmiş katı faz sıcak hava yerine kızgın buhar sistemleri ile kurutma işlemi yapılmaktadır. Üretilen organik toprak iyileştirme ürünündeki yüzey değişikliği toprak verimliliğini artırmaya yardımcı olmaktadır. Dahası bitki türlerinin ihtiyaçlarına göre ve toprak koşullarına bağlı olarak organik iyileştirme ürünü tanımlanmış bir N/P oranına sahip uygun bir besin bileşimi olarak geri kazanılan mineral gübre tuzları ile karıştırılabilmektedir.
Bilbao tasarlanan projenin avantajlarını şöyle açıklamaktadır:
‘’Tasarladığımız mineral gübre tuzları ve organik toprak iyileştirici (geliştirici) ürünler ile sentetik fosfat gübresi toprağa yerleşir ve tarımsal alanlarda aşırı hayvan gübresi uygulamalarının önüne geçilmiş olur. Gerçekleşen bu verimli fosfor geri kazanımı sadece artık kaybının engelleyip verimli ürünler üretmez aynı zamanda çevre dostu kapalı devre geri dönüşüm olanağı sağlar.’’
Yazar Unknown Zaman 03:04
Tamamen beklenmedik bir bulgu olarak, MIT araştırmacıları süperhidrofobik bir yüzey üzerinde bulunan su damlacığının elektrik yüküyle beraber yüzeyden uzağa ‘sıçrama’ yaptığını keşfettiler. Araştırmacılar, bulgunun daha verimli enerji santrallerine ve atmosferden enerji elde etmenin yolunu açabileceğini söylüyorlar.
Bulgular, MIT doktora sonrası Nenad Miljkovic, Makine Mühendisliği Profesörü Evelyn Wang ve diğer iki araştırmacı tarafından hazırlanan bildiri halinde the Journal Nature Communications da yayınlanmıştır.
Miljkovic bu keşfin MIT ekibinin önceki çalışmalarının bir uzantısı olduğunu belirtiyor. Bu iş damlacıkların yer çekiminden dolayı yüzeyden ayrılıp akmasından ziyade belirli koşullar altında gerçekte sıçrama yaptıklarını göstermiştir. Bu durum, özel bir tür süperhidrofobik kaplama yapılan metal bir yüzey üzerinde suyun yoğunlaştırılmasıyla oluşan damlacıkların en az ikisinin birleşmesiyle meydana gelmektedir. Daha sonra bu damlacıklar fazla yüzey enerjisinin salınımının bir sonucu olarak kendiliğinden yüzeyden sıçrama yapabilmektedir.
Yeni araştırmalar sonrasında Miljkovic ‘’Yüksek hızlı video analiz yardımıyla bu damlacıkların sıçrama anını kaydettik. Sıçrama sırasında birbirlerini itmekte olduğunu gözlemledik. Önceki çalışmalar böyle bir etki göstermemiştir. Olayı ilk gözlemlediğimizde ilgimizi çekti.’’ diye söylemektedir.
Araştırmacılar, yüzeyden ayrıldıktan sonra sıçrayan damlacıklar arasındaki itme kuvvetlerinin nedenini anlamak için, yüklü bir elektrot kullanılarak bir dizi deney gerçekleştirdiler. Doğal olarak, pozitif yüklü elektrot etki ettiğinde, damlacıklar hem birbirleri hem de elektrot tarafından itme kuvvetine; negatif yüklü elektrotla etki edildiğinde damlacıklar elektroda doğru çekim kuvvetine maruz kaldılar. Bu iş, yüzeyden sıçrama yapan damlacıklar üzerinde net pozitif bir yükün neden olduğu etkiyi belirlemiş oluyor.
Şarj işlemi gerçekleşir çünkü bir yüzeyde damlacıklar şekil itibariyle doğal olarak elektriksel çift tabaka (eşleşmiş pozitif ve negatif yüklerden oluşan bir tabaka) oluşturur. Damlacık bir diğer damlacıkla (yüzeyden sıçramaya neden olan) birleştiği zaman yük ayrımı o kadar hızlı gerçekleşir ki damlacık üzerinde az miktarda yük kalır ve geri kalan yük yüzeyde bırakılır.
Miljkovic ‘’İlk tespitlerden biri; damlacıkların bir kondansatör (dünya elektrik santrallerinin en önemli bileşeni) yüzeyinden sıçraması kondansatörde gerçekleşen ısı transferinin verimini artırmak için bir mekanizma sağlayabilir ve bu da elektrik santrallerinin genel verimini geliştirebilir. Yeni bulgular bu verimliliği daha da artırmak için bir yol sağlayacak: yakınındaki metal plakanın uygun yükle yüklenmesiyle ve damlacıkların kondansatör üzerinde itilme olasılığının ne yer çekimine ne de yüzeyi çevreleyen buhar akışının oluşturduğu kuvvetlere bağlı olmadan azalmasıyla sıçrayan damlacıklar yüzeyden çekilebilecektir. ‘’
‘’Şu an ısı transferini geliştirmek veya azaltmak için damlacıkların herhangi bir eğilimini kondansatöre aktarmayla harici bir elektrik alan kullanma imkanımız bulunuyor.’’
‘’Bulgu aynı zamanda diğer olası uygulamalara da yön verebilecek. Açık alanda damlacıkların sıçramasını ve toplanmasını sağlayan iki ayrı metal plaka yerleştirerek (sadece havadaki nemden) enerji üretilebilir. Mutlak gerekli olan şey kondansatör yüzeyini serin (göl ve nehir yakınındaki sular gibi) tutmanın bir yolunu bulmaktır. Sadece nemli bir ortamda soğuk bir yüzey gerekir. Biz bu kavram üzerinde çalışıyoruz.’’ diye açıklıyor.

Yazar Unknown Zaman 03:02

AB'ye kimya ihracatı geriliyor


İKMİB Başkanı Murat Akyüz: ''AB'ye olan kimya ihracatı gerilemeye devam ediyor ve önümüzdeki dönemde daha da düşeceğini öngörüyoruz''
İSTANBUL  - İstanbul Kimyevi Maddeler ve Mamülleri İhracatçıları Birliği (İKMİB) açıklamasına göre, 2012'ye 18 milyar dolarlık ihracat hedefi ile başlayan kimya sektörü, yılın ilk üç ayında iyi bir performans gösterse de sektörün ihracatı nisanda yüzde 4 düştü. Ardından mayısta yeniden toparlanan ve ihracatını yüzde 8,67 artıran sektörün ihracatı haziran ve temmuz aylarında geçen yıla kıyasla aynı seviyelerde kaldı.

Türk kimya sektörü temmuz ayında 1 milyar 304 milyon dolarlık ihracat gerçekleştirirken, yılın ilk 7 ayında bu rakam 10 milyar doları buldu.

İKMİB Yönetim Kurulu Başkanı Murat Akyüz, açıklamada yer verilen değerlendirmesinde, AB'ye olan kimya ihracatının gerilemeye devam ettiğini ve önümüzdeki dönemde daha da düşeceğini öngördüklerini belirtti.

Küresel kriz ve AB'deki yavaşlamayı pazarları çeşitlendirerek aşmaya çalıştıklarını ifade eden Akyüz, Avrupa'daki krizin önümüzdeki döneme yönelik belirsizlikleri artırırken, kimya ihracatçıları olarak yıl sonu hedefine ulaşmak amacıyla moralleri bozmadan yola devam edildiğini kaydetti.
Şimdiye kadar dünya ekonomisindeki gelişmelerin olumsuz etkisini alternatif pazar stratejileriyle en aza indirmeyi başardıklarını aktaran Akyüz, ''Bir taraftan uluslararası fuarlara milli katılım organizasyonları düzenlerken diğer taraftan Güney Amerika gibi yeni ve potansiyeli yüksek pazarları yakın takibe aldık. Müşterilerin ayağımıza gelmesini beklemiyor, yeni bağlantılar yapabileceğimiz ülkeleri firmalarımızla birlikte ziyaret ediyoruz'' ifadelerini kullandı.

Ocak-temmuz döneminde ilk 3 ülke Mısır, Irak ve BAE oldu

Açıklamaya göre, kimya ihracatının en büyük pazarlarını oluşturan Avrupa ülkelerinin payı giderek azalıyor. Ortadoğu ve Kuzey Afrika'ya yönelen kimya ihracatçısı kayıplarını bu ülkelerle telafi etmeye çalışırken, diğer yandan Güney Amerika, Çin ve Uzakdoğu gibi yeni pazarların kapısını çalıyor.
Ocak - temmuz aylarında ihracatı yüzde 8 artırarak 10 milyar dolara çıkaran sektörün en fazla mal sattığı ilk üç ülke Mısır, Irak ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) oldu. Mısır'a olan ihracat, bu dönemde yüzde 83 artışla 1 milyar 109 milyon dolar olarak gerçekleşti. Ocak - temmuz döneminde en çok kimya ihracatı yapılan diğer ülkeler ise Almanya, Malta, Rusya Federasyonu, İran, İtalya, Amerika Birleşik Devletleri ve Çin Halk Cumhuriyeti oldu.

Türkiye, temmuz ayında gerçekleşen 1 milyar 304 milyon dolarlık ihracatın büyük bölümünü Mısır, Irak ve Rusya Federasyonu'na yaptı. Rusya Federasyonu, 63 milyon dolarlık ihracatla uzun bir aradan sonra ilk üçe girdi.

Temmuz ayında en fazla ihracat yapılan diğer ülkeler Almanya, İran, Romanya, Malta, Yunanistan, Azerbaycan- Nahcivan olarak sıralandı. Geçen ay Amerika Birleşik Devletleri'ne yapılan kimya ihracatı da yüzde 130'luk artışla 60 milyon dolar oldu ve ihracatta dördüncü sırada yer aldı.

Yazarlar:Mustafa Karaman Suat Ertuğal Haber: Dünya Haber